Browsing Category Spor

Küye

Kaybolan kelimelerimizden küye, hiçbir güncel sözlükte yok. Sadece Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü’nde bu sade tanımlamasını bulabildim; yanık, is.
Çocukluğumda çok duyuyordum bu kelimeyi. İstanbul neredeyse sur içinden ibaretti. Komşularımızın büyük bölümü gayrimüslümdü.
Ermeni, Musevi, Rumlarla beraber mutlu bir hayatımız vardı.
Hergün kavga vardı ama etnik kavga yoktu. Agop’u adı Agop diye değil sinsilik, mızıkçılık yaptı diye döverdik kısaca.
Renkli mahalleydi Vatan Caddesi. İskenderpaşa İlkokulu’nu bitirdim ben, İskenderpaşa Camii’nin hemen yanı başındaydı. Bahçesindeki dutlarıyla meşhurdu o zaman tarikatıyla değil. Belki o zaman da vardı takkeli cüppeli ama üstsüz turist kadar nadir görülürlerdi.
Kuru temizleyici yamağı Memiş, sonradan Medyum Memiş oldu. Kör Metin ise Metin Şentürk.

SAYGI EN ÖNEMLİ ŞEYDİ

Şimdiki Historia Alışveriş Merkezi’nin yerindeki çocuk Parkı’nın karşısında oturan benimle yaşıt üç kardeş arkadaşım vardı. Adları Ecevit, Erbakan ve Demirel’di! Ayıcı vardı ayı oynatırdı, Sarı Dede vardı leblebi tozu satardı, sütsalcısı, seyyar lahmacuncusu, jölecisi, macuncusu, Zümrüt Kırtasiyesi’yle bambaşka bir dünyadı.
Dondurmayı Bulgar Madam’dan yerdik, dondurma değil sorbeydi.
Normalde elma, armut, kiraz satan arabalı seyyar Paskalya’da boyalı yumurtaya dönerdi.
Herkes herkesin bayramına saygı gösterir, her dinin kutsalı ulkum (Pişi) kapı kapı ikram edilirdi önemli günlerde.
Taze ekmek margarin, üzerinde biraz reçel varsa bugünün donatına on basardı. Reçel yoksa tuz serper, zevkten dört köşe tıkınırdık.
Aramıza Sulukule civarlarındaki çadır kentten katılan Roman arkadaşlarımızı da katar, beraber huzur içinde yaşardık.
Elbette hırgür eksik olmazdı ama kimse de kimseyi bıçaklamazdı. Bıçaklasa bile onun adı çizmekti o zamanlar, epidermi pek aşmazdı vakalar.
Kavga edenler arasında bile yazılmamış ancak çiğnenemeyecek kurallar vardı. Saygıyı önce karşı tarafa göstermek istisnalar dışında hepimizin övündüğü bir erdemdi.

ALİ KOÇ BİR TÜRLÜ BAŞARILI OLAMIYOR

Bunca laf salatasından sonra ana konuya dalalım. Dalalım da önce küyeyi anlatayım size.
Soba boruları baharın gelmesiyle sokaklarda, bahçelerde temizlenirdi. En kral haraket yere vurularak kurumları çıkarmaktı. Biriken o kuzguni karalığı göstererek büyüklerimiz “Küyeye bulaşma, lekesi çıkmaz” derlerdi.
Şu anda Galatasaray ile Fenerbahçe arasında böyle bir hikaye var.
Büyük havayla başa geçen Ali Koç beş senede hiçbir başarı elde edemeyince köşeye kısılmış kedi gibi önüne gelene fıflamaya başladı.
5 yıldız dedi, önce hakemler iyi dedi, sonra kötü dedi, fıtrat dedi, bel altı dedi; dedi de dedi.
En son transfere taktı, yıldızlar Galatasaray’a konfeti gibi yağarken çıtayı yükseltmek yerine rakibin çıtasını aşağı çekmek için atmadığı takla kalmadı.
Beceriksizlikte en üst seviyeye çıkınca da, “Kavga çıkarayım da tüm kabahatlarım örtülsün” diye Galatasaray Başkanı Dursun Özbek’e bulaştı, canlı yayında kozlarını paylaşmaya davet etti.
Tabii ki Özbek kibar ancak çarpıcı bir şekilde, “Başarısızlığınızı telafi etmeye çalışıyorsunuz” diyerek Koç’a duvarı gösterdi.

PROVOKATÖR SELİM SOYDAN

Daha ayın başında derbi öncesi Özbek’in yemek teklifini küstahça reddeden Koç çiğliğini devam ettirerek Fenerbahçe Divan toplantısında, Özbek ile ilgili, “Yöneticisine söyledim. Çıkalım, eteğimizdeki taşları dökelim, kamuoyu da rahat etsin, biz de rahat edelim, gerginlik bitsin bir daha da konuşmayalım” dedim. Ancak yönetici, “O senin karşına çıkamaz ki hitabet kabiliyeti yok” cevabını verdiğini iddia etti.
Sonra devreye her zaman için ortalığı yalan yanlış karıştırmayı huy edinmiş her şeyin eskisi Selim Soydan çıkarak bu yöneticinin Galatasaray 2. Başkanı Metin Öztürk olduğunu iddia etti.
Şahsen Metin Öztürk’ü tanıdığımı sanıyorum. İddia edilen şey gerçek olsa bile Öztürk işkence altında dahi böyle bir şey söyleyecek insan değil. Gördüğüm en kibar insanlar listesinde üst sıralarda yer alıyor.
Zaten seçimden çok önce, henüz listeler birleşmemişken bile bir televizyon programında Dursun Özbek’i örnek alınacak başkan olarak tanımlamıştı.

ÖZBEK’TEN ÖZTÜRK’E GÜVENOYU

Hepsinden önemlisi Özbek de, “İkinci başkanım Metin Öztürk kardeşimi bir polemik içine çekmeye çalışıp, buradan Galatasaray’a vurmaya çalışıyorlar. Kendisi iyi bir Galatasaraylıdır, neyi ne zaman söyleyeceğini de çok iyi bilir. Bu Ali Cengiz oyunlarını yapanlara hatırlatmak isterim; onlar giderken biz dönüyorduk. Anlaşılıyor ki, açıklamalarında dedikleri gibi fıtratlarında olmayan şeyleri yapmaya başladılar. Yalnız ben şimdiden söyleyeyim, Galatasaray’ı karıştırmaya ne güçleri, ne kalibreleri, ne de geçmişleri yeter” cevabını vererek Öztürk’e olan güvenini belirtti.
Tüm bu gelişmeler neticesinde yaşına başına bakmayıp başkanına yanlayarak öne çıkmaya çalışan Selim Soydan’a bir kere olsun doğrunun peşinde koşmasını tavsiye ediyorum.
Birçok anlattığı şeye kendisi adına utanç duymuştum, bunlara bir yenisi eklendi!
Ortalığı bulandırarak başarısızlıklarını örtmeye çalışan Ali Koç da kendisine söylendiğini iddia ettiği “Hitabet” hikayesini eğer hangi Galatasaray yöneticisinin söylediğini açıklayamazsa kötü ünvanlarına yalancılığı da ekler.

KOÇ YAYLANARAK, ÖZBEK KAZIYARAK

Bir de bildiğim kadarıyla ufak bir karşılaştırma yapayım.
Ali Koç kökleri 1200’lere kadar giden Harrow’da liseyi okumuş. Rice ve Harvard’da ise üniversiteyi. Türkiye’nin en zengin ailesinin çocuğu. Yalıda doğmuş yalıda yaşıyor. Ne öğrenciyken ne de iş hayatına girerken en ufak bir maddi sıkıntı yaşamamış. Okul da iş de paşa paşa onu beklemiş.
Her şeye rağmen çok faal değil aile şirketinde. Bir de kötü bir çocukluk geçirmiş ebeveynlerinin zalimlikleri yüzünden.
Dursun Özbek ise tırnaklarıyla gelmiş bulunduğu mevkiye.
Gümüşhane’de doğmuş, Galatasaray Lisesi’ni kazanmış. Neuchatel Üniversite’sinden kabul görmüş ancak parasızlıktan gidememiş. ODTÜ’ye başlamış yine parasızlık aile şartları engel olmuş. İstanbul’a dönüp İTÜ Makine’yi bitirmiş. İTÜ Spor Kulübü’nde hem üniversite takımında, hem de Amatör 1. Küme’de futbol oynamış.
İş hayatına kardeşiyle Talimhane’de ufacık bir oto yedek parça dükkanında başlamış ve bugünkü imparatorluğunu kurmuş.
Varı da biliyor yoğu da!
Tabiri caizse tam bir sokak çocuğu, neyi varsa söke söke elde etmiş!
Sayın Ali Koç çok şanslı ki Sayın Dursun Özbek heyecanla, düşünmeden yaptığı teklifi küyeye bulaşmamak için reddetmiş.
Bana göre iki başkan bir sabah baş başa televizyona çıksa Özbek, Koç’u kahvaltı niyetine yer.

Sıcak, çok sıcak olacak!

Şarkı sözü değil, ciddi bir uyarı!
İnsanoğlunun da etkisi var ama Dünya’nın kendine göre bir düzeni var ve biz ne yaparsak yapalım o bildiğini okuyor.
Ne bilim adamıyım ne de meteorolog. Sadece bu konulara ilgim var; önüme geleni izler, elime geçeni okurum. Muhakeme yeteneğime de güvenirim.
Sıcaklardan önce durumdan rantlananları anlatayım sizlere. Sadece bizim ülkede değil tüm dünyada var bu şerefsizlerden.
Dürüst bilim adamlarını bir kenara bırakalım desem bir elin parmaklarını geçmez.
“Yangın yaparak” para kazandıkları için menfaatçi bilim adamları devamlı felaket senaryoları yaratarak halkı korkuya yönlendirirler.
Deprem, meteorolojik felaketler, hatta göktaşlarının Dünya’yı yok edeceğini öne sürerek araştırmaları için devletlerden büyük para kopartırlar. Karışık laflar ve icat ettikleri anlaşılmaz jargonla halkın korkusunu paraya çevirirler.
Sade bir şekilde olanları ve olabilecekleri anlatmaya çalışayım.

BİLDİĞİN PİÇ KURUSU

Herkesin dilinde El Niño diye bir şey var. Kısaca batıdaki sıcak su kütlesinin (Japonya- Avustralya hattı) doğuya doğru (Alaska-Şili hattı) hareket etmesi sonucu Doğu Pasifik’in ısınması, termoklin seviyesinin de (değişik sıcaklıkta iki su kütlesi arasındaki su tabakası) doğuda okyanus derinliklerine doğru daha da ilerlemesiyle meydana geliyor.
Hepimizin anlayacağı dilde; Pasifik Okyanusu’nun ortasından doğusuna kadar sıcak sulu bir bölge oluşuyor. Güneye kuraklık kuzeye ise nem salıyor. Bu şekilde sıcak ve kurak yerleri daha sıcak ve kurak, soğuk ve yağışlı yerleri ise daha soğuk ve yağışlı yapıyor. Kelime anlamı oğlan çocuğu, bizim dile çevirirsek sanırım “Ulan”, tam olarak da “Piç kurusunun” karşılığı oluyor!
İyi yaptığı hiçbir şey yok, işi gücü itlik puştluk. Ablası var La Niña diye. Onu da melek kızım diye çevirebiliriz. Serinlik ve bereket getiriyor, sıcaklıklıkları dengeliyor.
Bu sebeple erkek çocuk sahipleri hep, “Ah bir de kızım olsaydı” diye hayıflanmıyorlarsa ne olayım🤓

BU SENEKİ SICAKLIKLAR FRAGMAN!

Hepimiz balık hafızalıyız (Balıklara büyük hakaret bu nitelendirme. Bence ülkemizin yarısının az fazlasından daha akıllı mesela yumurtlandığı yere bütün dünyayı dolaştıktan sonra yumurtlamaya giden bir somon balığı türü), daha haziranda yağmurlara, sellere, soğuk havalara bakıp, “Bu sene yaz gelmeyecek herhalde” diyen biz değil miydik!
Piç kurusu bahar yağmurlarını azdırmış belli ki, şimdi de yakıyor bizi.
Sıcaklıklara dokunuşunu yaptı, eylül sonuna kadar sürecek ne yazık ki. Arada bir iki fırtına, aşırı yağış, dolu atar.
Kötü haber ise bu sene fragman, şenlik 2024 yazında olacak.
Literatürde 2 ile 7 yılda bir olur diyor ama benim gözlemlerime göre net 7 yılda bir oluyor bizim topraklarda. İstanbul’da 2017’deki dolu yağışını hatırlıyor musunuz? 2016 El Niño senesiydi.
Dünya’da 2010’da meydana gelen doğal afetlerde yaklaşık 295 bin insan yaşamını yitirdi. 2009 yılında ise doğal afetlerde sadece 15 bin kişi hayatını yitirmişti.
Böyle bir şey işte El Niño, kaçış yok. İnsanoğlu Dünya üzerinde olsa da yapacak puştluğunu olmasa da.

GÜCÜMÜZÜN ÇOK ÖTESİNDE BİR GÜÇ

Bitmedi, eğer okyanustaki su ısınması 2 dereceyi geçerse Süper El Niño oluşuyor. Daha şiddetli yağış ve sıcak demek. Hem de bir yıl için değil, 4-5 yıl için. Bu sene ihtimal yüzde 25 gerçekleşmesi için Süper El Niño’nun.
Başka hikayelerle de birleşirse buzul çağları, kuraklıklar, çöl oluşumlarını falan tetikliyor yaramaz!
Ve insanoğlunun elinde bunu engelleyebilecek hiçbir şey yok. Gaz salınımlarını, küresel ısınmayı durdurabilmek için oluşturulan Kyoto Protokolü ve Paris Antlaşması’nın iki milyar misli kuvvetinde.
Bu arada aralarında bizim de bulunduğumuz 197 ülke Paris Anlaşmasını imzaladı. Ancak yine aralarında olduğumuz 6 ülke; Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen bu anlaşmayı onaylamadı. Yan yana durduğumuz ülkelere bakarsak kesin kıskanılıyoruzdur Almanlar, Fransızlar, İngilizler falan tarafından!
Ne yazık ki AKP ve AKP Genel Başkanı ve aynı zamanda cumhurbaşkanlığı da yapan Recep Tayyip Erdoğan ülkemizi dünyadaki en istenmeyen ülkeler arasına sokarak hedeflerine ulaşıyorlar!

PAZAR GÜNÜNE DİKKAT!

Sonuç olarak terlemekten alın yazılarımızın silindiği (Sağol Halil Ağabey) sıcaklıklar tüm şiddetiyle devam edecek. Seneye ise bu günlerimizi, “Serin bir yaz günü yaşamışız” diyerek anacağız. Bu sene de olacaktır belki ama 2024 yazında kesin kafamız kadar dolu yağacak tepemize. “Eeeeee şu ilde, bu ilçede geçen yaz da yağdı dolu” dediğinizi duyuyorum. Türk Basını için İstanbul önemlidir maalesef! Bir bina yıkılsa 10 ilde deprem olmuş kimin ipine; tüm kanallar o tek binayı gösterir, tüm gazeteler o tek binayı yazar.
Özellikle bu kış İstanbul’da kartopu oynayabileceğimizi öngörüyorum. Her kış yolları kapanan doğu illerimize Karadeniz, İç Anadolu, İç Ege’den de arkadaşlar ekleneceğinden adım gibi eminim.
Tek sevindirici habere ise sevinemeyeceğiz ne yazık ki!
Önlemleri alırsak balığı bollaştırma ihtimali var gözlemlerime göre El Niño’nun önü ve arkası balık yapar. Geçen seneki palamut ve hamsi bolluğunu hatırlarsınız umarım. Aynısını yavrularını yakalayıp yemesek lüferde de yaşayacağız.
Defneyaprağı, çinekop hatta sarıkanat satın alıp yiyenler benim gözümde cahil, sorumsuz, şımarık insanlardır. Başka bir şey daha diyorum onlara ama burada yazamam.
Yemeyin kardeşim balıkların çocuklarını. Siz yemezseniz, yasak olmasına rağmen avladıkları bebek balıkları satamayan hain balıkçılar belki göz koymayı keser yavrucaklara!
Biraz bilim, biraz meteoroloji, biraz çevre; uzun süredir anlatmak istediğim konuyu yazmama amansız sıcakların vesile olması çok manidar oldu benim için.
Bir Eskimo kadar sıcağı sevmem, ameliyatımla beraber iyice daralttı sıcaklar. Ne yazık ki yapacak bir şey yok bol bol su içmekten başka, aman ihmal etmeyin ve pazar günü de dikkat edin kendinize!
Neden mi? Dediydi dersiniz🔥

Haydarlar ıslatılmış!

Argoda, “Adam dövmekte yahut kavgada kullanılan sopa” demek haydar. Bir gece suda bırakırsan vurduğun yerde yaylanıp lastik cop etkisi göstererek görevini layıkıyla yapar.
Sabahtan bu yana Kayserispor-Galatasaray maçı hakkında ulusal basında yazılan tüm köşe yazılarını okudum. Gerçekten kalite yerlerde sürünüyor. 80’li yılların sonunda mesleğe başladım; o zaman da skor yazarlığıydı geçerli akçe bugün de aynısı devam ediyor. Sadece yazarlar değil, spor servisi mutfakları da geri gitmiş bunca yılda!
İcardi’nin kafası girse bambaşka şeyler yazılacak gazetelerde ya da Cardoso’nunki!
Ortak fikrin başlığı, “Buruk başlangıç”. Ne yaratıcı değil mi Okan Hoca’nın soyadıyla kakofoni yapmak.
Hepsi de haydarı hazırlamış, “Okan’a mı patlatsam, Dubois’ya mı?” diye ikilem yaşıyorlar.
Neticede mevcut spor basınını beğenmiyorum. Katılmayan olur, saygı duyarım. Ancak fikrim spor yazarlığı iyice skor yazarlığına dönüşmüş, yavan bir dille sürünüyor. Tabii ki istisnalar da yok değil, konuya dozerle girmek mantıksızlık olur.

OKAN BENİ UTANDIRDI!

“El âlemi o kadar doğradın, sen ne bırakacaksın bakalım avcumuza?” dediğinizi duyar gibiyim.
İşte benim acı gerçeklerim:
Geçen sene Okan Buruk takımın başına geçtiğinde kendisinden hiç umudum yoktu. Yıldızları idare edemeyip takım içinde bölünmelere yol açacağını düşünüyordum. Yanılan ben oldum, beklentinin üzeri çıktı Okan Hoca. Başka sebeplere bağlı, istemeye istemeye de olsa tebrik etmek zorunda kaldım kendisini.
Şans da çok önemli, hâlâ ağır bir travmadan çıkamayacağını düşünüyorum. Umarım yanılan ve yine ben olurum. Galatasaray benim için milyon başka şeyden daha önemli çünkü.
Hocanın, yönetimden de alacağı güçle bu sezonu da başarıyla, travmasız atlatacağını düşünüyorum. Elinde asrın kadrosu var çünkü. İki 11 yapsa ikisi de şampiyonluğa oynar bu ligde.
“Galatasaray’ın kalitesini bundan sonraki haftalarda daha yüksek seviyede göreceğiz, onu görmezsek zaten oyuncular bizimle birlikte olmayacak” gibi maç sonu beyanı takımın ahenkini bozar, aman dikkat. Ne yap ne et futbolcuları aç sırtlanların önüne atma, sonuçları felaket olur.
Ayrıca bir ay sonra transfer sezonu bitiyor (15 Eylül). O tarihten sonra birlikte olmayacağın oyuncuları ne yapacaksın, Başkan Dursun Özbek’in oteline bellboy mu!

GELELİM FUTBOLCULARA

İki kere iki dört, Torreirasız olmuyor, derhal alternatifi üretilmeli, yaratılmalı. İki maçtır karın ağrısından oynayamıyormuş, umarım o karın ağrısı gerçekten ilk anlamındadır.
Barış Alper kardeşim, Galatasaray’a geldiğin gün sıçtığın bok henüz Marmara Denizi’ne ulaşmadı. Biraz sakin olmazsan ve ayakların yere basmazsa kendini bir anda elinde bavul, Anadolu’yu dolaşırken bulursun. Oysa ki bu takımın 10 yıllık geleceğinde yerin var, biraz akıllı ol.
İcardi zaten parti çocuğu, form morm pek önemli değil. Değil iki, altı ay da partileyip gelse sakatlığı yoksa kulübede oturmamalı.
Muslera gidince yeri çok zor dolacak. Alınan bir puanın büyük bölümü onun.
Nelsson da kararını verse artık iyi olacak. Gideceksen git, kalacaksan kal ki o eski neşene kavuş. Suratından akan mutsuzluk takımın aptestini bozuyor.
Keremler’den birinin acilen elinde sihirli çubuk olduğunu hatırlaması şart. Diğeri ise ağır ağabeyliği yanlış anlamış; ortamlarda ağır olacaksın, sahada değil.
Zaha kaliteli kumaş tartışmasız. Koridorundakiler de ona ayak uydurursa Zaha-İcardi ikilisi bu sene çok konuşulur.
Mertens ile Oliveira antrenmanlara yeniden başlamalı.
Berkan hakkında bir türlü kati kararımı veremiyorum. Bir öyle bir böyle ama genelde negatif.
Dubois bence yerinde ağır, onunla fantezi peşinde anca Polyanna koşar.
Angelino ve Bakambu şu aşamada beklentinin altındalar ama 25 gün önce karaya ayak bastıklarını unutmamak gerek. İkisinden de çok umutluyum ben, yeter ki çalışsınlar.
Abdülkerim ve Boey’e ise söylenecek laf yok, yerleri İcardi’den bile sağlam.
Son söz de taraftar ve camiaya…
Herkes teşne zaten takımı ve hocayı yerden yere vurmaya, bari siz yapmayın.
Az sabır hepimize çok iyi gelecek.

Kara Oğlan!

Dün Galatasaray kazanırken zorlanmadı bile. İcardi, Torreira, Boey, Oliveira ve arkadaşları yürüye yürüye eksik Trabzonspor’un canına ot tıkayıverdiler. İki sene önce şampiyonluğa ulaşmış bir takım bu kadar kötü olamaz, ilginç.
Maçı zaten hepiniz izlemiş, medyaya yansıyan haberleri, Ziyech’in tribünde belirmesini, aşkın olayımı falan biliyorsunuzdur. Hakemi de izlemişsinizdir. Bugün sadece hakemle ilgili bir şeyler söyleyeceğim, bir de Molde maçının önemini hatırlatacağım.

HATA DEĞİL GÖZ GÖRE GÖRE!

Atilla Karaoğlan’ı geçen sene Gaziantep – Beşiktaş maçından hatırlıyoruz.
Mücadelenin 24. dakikasında N’Koudou rakibi Kitsiou’ya kafayı koyuverdi. Vuruş anını gören hakem sarı kartla yetindi. VAR uyardı, Karaoğlan yaklaşık 3 dakika N’Koudou’nun kondiğini izledikten sonra kararını değiştirmedi. Bariz hatalı bulunan Karaoğlan’a 2 ay maç verilmedi. Sonra kollayıcısı kimse devreye girdi ve hakemlik hayatı normale döndü.
Karaoğlan’ın bir özelliği var. Net hata yapıyor. Geçen sene N’Koudou’nun kafasını görmediği gibi dün akşam da Trezeguet’nin Boey’e çıkardığı dirseği göremedi.
Sanırım kariyerine kafes dövüşü hakemi olarak başlamış olacak ki yönettiği futbol maçlarında bocalıyor!

BİR TEK KABZIMAL GÖREMEMİŞ

Galatasaray gole giderken Galatasaray lehine faul çalıyor. Galatasaray’ın kazandığı kornerleri bile vermiyor.
Tam bir görev adamı; anlaşılan o ki Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un bahsettiği fıtrat hikayesi Karaoğlan ve VAR hakemleri üzerinden hayata geçirilmiş. Ben başka bir izah bulamıyorum.
Boey’in pozisyonuna bir tek zamanında Soner’in Okan’ın ayağını kırdığı pozisyonda faul bile vermeyen kabzımal “Penaltı değil” demiş. Bana göre penaltı olduğunun net kanıtıdır Galatasaray düşmanı kabzımalın çemkirmesi!
Sanki bir Fellini filmi içindeyiz değil mi, epizotluluğun tavanındayız. Maç seyretme ezberimizi bozdu hakemler. Önce maçı parçalıyorlar; sarı-kırmızı, paşa gönülleri ne isterse kartları yapıştırıveriyorlar irite ettikleri Galatasaraylı fıtbolculara. Sonra hiçbir şey yokmuş gibi maçı bitiriyorlar.
Karaoğlan’ın suratı maç sonu bomboktu.
İyi bir insan olduğumdan önce kötü maç yönettiği için üzgün olduğunu düşündüm. Sonra ensemdeki Şeytan, “Ulan salak Serdar, herif aldığı talimatı yerine getiremediği için tedirgin, sahibinden fırça yiyeceği için suratı beş karış” diye uyardı beni!

DAMARLARDAKİ ASİL KANDA MEVCUT

Hakem kılığındaki tetikçileri de yenecek kudret Galatasaray Başkanı, yöneticileri, teknik heyet, futbolcular ve taraftarın asil kanında mevcut.
Dahili bedbahtlar nerelerini yırtarsa yırtsınlar ligin sonunu değiştirebileceklerini pek sanmıyorum bu sene. Formsuz, yorgun, motivasyonsuz olmalarına rağmen yürüyerek ve neredeyse pozisyon vermeyerek devirdiler Trabzonspor’u.
Benim tek endişem hafta içi oynanacak Molde maçı. Diri bir takım ve sahasında iyi sonuçlar alıyor.
Çarşamba günü ne yapmalı ne etmeli rövanş için avantajlı bir skorla Florya’ya dönmeli.
Emin olun, gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Konuyla alakasız ama bir de bir haber var, yalanlıyorlar şiddetle; keşke doğru olsa.

Çektirdiğin kadar çek!

Bakın sesinizi çıkarıp, “Yeter ulan artık” demeyecekseniz yakın gelecekte sizi ne maceralar bekliyor…
Mülteci, sığınmacı, kaçak göçmen, düzensiz göçmen, üremekten başka yeteneği olmayan cahiller, sizi kesmeye gelen gözü dönmüş yaratıklar, din ile beyinleri yıkanmış caniler, taşeron Amerikan ordusu, kaybedecek bir çantası bile olmayan tecavüzcüler sürüsü!
Artık siz ne derseniz deyin adına; neticede bu ülkeye neredeyse 20 milyon insan soktular. Şu anda 80’e 20’yiz. Yirmi yıl sonra 100’e 50, kırk sene sonra 130’a 130 olacağız.
O zamana kadar bizi kesmedilerse sonrasında olabilecekleri düşünmek bile kanımı donduruyor!
Ülkeye henüz birkaç yıl önce çökmüş olmalarına rağmen hergün bir cinayet, tecavüz, saldırı, bıçaklama, yaralama, hırsızlık, gasp, eşkiyalık, sarkıntılık, yağmacılık haberlerinin başrolündeler!
Ufaktan organize olmaya da başladılar, sınırsız insan gücüne sahipler.
Acımasızlar, din adına ya da herhangi bir şey adına her türlü manyaklığı yapmaya hazırlar.

POLİSİN BARK BARKINI ARAR OLDUK!

Mesela anneni ve oğlunu almışsın Yeşilköy’de Marmara Denizi’nin o eşsiz kokusunu ciğerlerine çekiyorsun. O da ne balıkçı barınakları tarafından 8-10 mayolu mülteci geliyor. Yaşlar tam da sınırdan elini kolunu sallayarak geçenler ayarında, artı-eksi iki; 20 civarı. Yarısı mayolu, yarısı donlu. Az önce denizin içinde oldukları için yarısının tek varlıkları olan malları meydanda. Küstahça bağıra çağıra, sanki etraflarını kasten rahatsız etmek istermişçesine gürültü çıkarıyorlar. Ne yazık ki sadece rahatsız olmakla kalmıyorsun. İçinden bir tatsızlık çıkmaması için, bir tanesiyle istemeden tehditkâr göz teması kurmamak için niyet tutuyorsun. Ya da az önce devriye gezen polis otosunun o anda tekrar ortaya çıkmasını ve lüzumsuz yere binlerce kez çaldırdığı o sirenimsiyi bir kez daha “Bark bark” diye öttürmesini dört gözle bekliyorsun. Ama nafile, her zamanki gibi olmasını istediğin an yoklar.
Kahve söylersin tam ortasında damlar, 85 yaşındaki anana GBT yaparlar ama olmasını istediğin an yoklardır işte!

BİRE BİR KAVGA DA AŞK DA KALMADI!

Sen nasıl gençlerin gözünden esas niyetlerini okuyabiliyorsan onlar da seninkini okuyabiliyor. İçlerinden en yırtık olanı, “Bugün bir şey yapmayacağız ama pek yakında kanınıza talibiz” dercesine bakarak çetesini uzaklaştırıyor. Belli ki onların reisi de o!
Sevinsen mi üzülsen mi, değişik duygularla bir sigara yakıp, “Vay anasına” diyerek arkana yaslanıyorsun. Annem farkında yaşananların. Yapamadıklarımı da tahmin ediyor huyumu çok iyi bildiği için ki, “Oğlunu düşün sakın bir delilik yapma” diye sınırsız anne nasihatı sıralıyor.
O da biliyor 10 kişi olmalarına rağmen olası bir kargaşalıkta donlarından bıçak çıkartacaklarını.
Arap kültürü böyle çünkü; bire bir ne kavga var ne de aşk. İlla ki bir taraf diğerinden kalabalık olacak. “Aşkı” yanlış anlamayın, bir adamla evlenen dört midesiz kadından bahsediyorum!
Yirmi küsür senelik saltanatın sonucunda Kurtlar Vadisi sistemi çöktü ülkeye. Çetesi yanında olmadan en babayiğidinin teke tek kavgaya girmeye kıçı sıkmıyor. Gariban bir travestiye bile yedi polis girişiyor Kurban’da danaya girer gibi organize olup!

ENDORFİN ZARARLILARI!

Bu kez karınla gitmişsindir Yeşilköy’e. Vukuatsız geçen bir günün ardından eve dönerken yol üzerindeki eskinin meşhur şimdinin alelade dondurmacısına uğrarsın. Birer külah dondurma alıp ağzını tatlandıracaksın ama nafile. Bu kez işgalcilerin çocukları karşılar seni. Yiyeceğin iki top dondurmayı daha eline almadan boğazına dizerler yalvarmaya başlayarak.
Dondurmacı uyarır, “Abi sabahtan beri yüzer top yediler” diye. Sen huzur bulursun ama eşinin ana yüreği püreye dönmüştür bir kere. Hepsine alır dondurma teker teker neli istediklerini de sorarak. Sonra da o çocukların ne kadar şanssız olduklarını düşünerek gözyaşları içinde yer dondurmasını.
İki top dondurma oldu mu sana endorfin zararlısı!
İçinden, “Ulan bir dahaki sefere şu ilerideki bakkaldan çubukta iki dandik dondurma almazsam şerefsizim” der evin yolunu tutarsın.

BUNUN ADI NET HIYANET!

Sanırım çoğunluğunuz son 5-10 yılda habis bir ur gibi ülkeyi saran kalabalık için aynı şeyleri düşünüyorsunuz.
Demografik etkisi bir yana esas yara ekonomide açıldı kapanması imkansız bir şekilde. İki sene önce 2 bin liraya oturduğunuz dairenin kirasının şimdi 35 bin lira olmasının ana nedeni göçmenler, baba nedenini de hepimiz, en azından yüzde 48’imiz çok iyi biliyor.
Asya Hun Devleti’yle milattan önce 220’de başlayan Türk Devletleri arasında en kötü yönetileniz. Belki Osmanlı’nın son dönemleriyle yarışabilir, o kadar.
Neden Osmanlı’nın son dönemleriyle yarışabilir dedim. Bir kere ders çıkartılabilecek kadar yakın tarih. Belgeler, fotoğraflar, filmler var. Haremiyle, altın sandıklarıyla işgalcilerin gemisine binerek tüyen son padişah Vahdettin’in görüntüleri var.
AKP Genel Başkanı ve aynı zamanda cumhurbaşkanlığı da yapan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Bir karış toprak kaybetmeden 33 yıl Osmanlı’yı yönetti” diye bahsettiği Abdülhamit’in tahtta oturabilmek için bugünkü Türkiye’nin iki katı büyüklükte toprağı bedel olarak dağıttığının belgeleri var.
O günlerde vatan o şekilde satılıyormuş, bugün başka şekilde.
İkisinin de tam karşılığı hıyanet!